Eflatun Nuri'nin, Oğuz Aral'ın, Şadi Dinççağ'ın ve daha bir çok çizerin iki çizgisi vardı; bir tanesi grafik-mizah türü karikatür çizmek için, diğeri popüler karikatür çizmek için... İkisi birbirine karışmaz, ikisi ayrı mecralarda akar giderdi... Bu bana hep doğru gelmiştir. Üslubu çizer değil, konu yaratır. Bir başka ifadeyle, her konu kendi gerekliliklerini çizere dayatır... Ne zaman ki çizer üslup kaygısına düşer, eserini kendi kişiliğiyle çerçevelemeye çalışır; o zaman konu silikleşir, hatta görünmez olur... Bu sadece benim tercihim değil; ben Uzak Doğulu minyatür sanatçıları gibi düşünüyorum: Sanat eserini yaratan olabildiğince yarattığı eserin önüne geçmemeye özen göstermeli. İmzayi kaldırdığınızda eserin kime ait olduğunu dahi bilememelisiniz... Aynı bedende birden fazla sanatçı yaşamalı, her konu kendi çizerini yaratmalı... Kuşkusuz bu çok zahmetli bir tercih ama fikrimce yaratıcılığı üslup adına, klişelere, kalıplara, şablonlara hapsetmek sanata büyük haksızlık... Sanatçı gider, eseri kalır! Bu yüzden bunca yıldır çizdiklerime doğru-dürüst imza atmadım. Daha da önemlisi, her çizdiğimde yeni bir üslubun kapılarını zorlamaktan çekinmedim. Benim çizgi anlayışımı büyük usta Saul Steinberg'in yukarıdaki karikatürü çok iyi özetliyor; farklı üsluplar yanyana durmalı, aynı odada birbiriyle sohbet etmeli... İnaniyorum ki, böyle odaların pencereleri her zaman dinamik bir yaratıcılığa açılacaktır...
Saul Steinberg "Bir Partide Teknikler" ("Techniques at a Party") (1953)